hzr-4


Söze nerden başlanır..uçuk mavi bir pazar sabahı serinliğinde, kafanda sis..kuşlar niye telaşlı, gökte martısı kargası döne döne çığlık çığlık ordan oraya uçuşuyorlar..ister istemez noluyo dedirten bir gürültü koparıyorlar..denize bakıyorum adaya doğru ilerleyen tekne süzülüyor..odaya dolan  çok güzel bir müzik..demleniyorum diye kokusuyla çağıran çay..evde uyku sakinliği..hane halkı rüyalar aleminde..ben gerçek alemde miyim peki? 
bazı insanlar vardır onları görünce bu dünyada her şeyin yolunda gittiğine inanır insan..bunu nerde okudum ben mi düşündüm biri mi söyledi bilmiyorum ve farketmez aslında..böyledir çünkü bunu biliriz..bizi yaşamanın aslında ne kadar kolay olduğuna, güzelce yaşanabildiğine ikna ederler varlıklarıyla, tebessümleriyle,halleriyle...böyle insanları görmeye ne çok ihtiyacımız var..böyle bir insan olmaya da..nasıl olunur ki?
bugünden dönüp arkama geçtiğim haftaya baktığımda gördüğüm şey ne..bu sanki kalemin yazmayı durdurup gözün geriye doğru yazdıklarına bakması gibi geliyor..yazdıklarına bakmak..hayat, üzerine yazı yazdığımız bir sayfa mı, kalem varlığımızla bu hayatın içinde gezinmemiz mi ve her zaman bom boş bir sayfaya mı yazarız yoksa zaten doldurulmuş hatta karalanmış fakat aralarda bırakılmış boşlukların içine mi kendi rengimizi, izimizi bırakırız bilemiyorum..bazan o daracık boşlukların içinden geçer gibi yaşadığımı hissediyorum..bir güne uyanıyorsun ve gün zaten sana geçmen gereken bir tünel, koridor ancak bırakmış..hatta bazan o bile olmuyor ve sen kendin bir şeylerin üstünü çizerek kendine yol bulmaya çalışıyorsun, bir karalamanın içinden çıkmaya kaybolmadan yolunu çıkarmaya..kurulup kaldırılan bir sahne..çıkıp oynayan sen..perde kapanana kadar..peki izleyen kim?
büyük toplumsal olaylar zamanında insan kendi küçük dünyasını kurtarmaya, baş etme gücü azaldıkça bireysel hayatına odaklanmaya yönelişi artarmış...bir tür küçük alana sığınarak elimizin ulaşabildiği yere dokunup düzelterek ayakta kalmak çabası..buna ihtiyacımız var..ve oradan çıkmaya..çıkmaya fırsat olmuyor sanki bazan..yaşamak sevinçli bir kelime değil miydi?
kendi minik dünyamda yaşadım elbette güzel sevinçli....ailemle, sevdiklerimle, arkadaşlarımla, kitaplarımla, filmlerimle, müzikler, sohbetler, yürüyüşler, yemekler, gezintiler hayaller ve gerçeklerle..
kimi gün kulak oldum dinledim hatta bu hafta bu benden istendi çoğunlukla..anlatmak isteyen dillere kuyu oldum dinledim..doldum ama taşacak kadar değil..demek ki sandığımdan daha yüksek kapasitem var bunu öğrenmiş oldum..insan anlatmak istiyor ama tıpkı şu an benim yapamadığım gibi bunu yapamıyor..ya da tam istediği gibi ifade edemiyor..oysa bu da bir anlatmaktır..öyle değil mi?

kafamdaki sis dağılmadı..dilim bu kadar döndü..müzik bitti..çay da öyle..güneş sapsarı sırıtıyor pencereden içeri girmeye çalışan bir çocuk gibi..yaşamak güzel şey, yaşamak ümitli şey..şiir iyi ki var..sen iyi ki varsın...ben iyi ki varım..iyi ki..

Yorumlar

  1. çıkıp oynayan sen..perde kapanana kadar..peki izleyen kim? “ O da sen kendinden kendine oynanan bir oyun. Bunu sadece aynada gördüğünle kısıtlama sadece”

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hatırlatan sağ olsun..zaten öyle buyrulmuş değil mi? hatırlatın...

      Sil
  2. anlatamamak diye bir şey yoktur, anlamak diye bir şey olduğu da su götürür ama bir temas ve ötesi var biliyorsun..buluşmak mümkün..iyi ki yazıyorsun ve buluşuyoruz bir takım ruhlar..bu arada o mektubun vakti gelmedi mi? baki muhabbet vesselam. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hani diyordu ya nazan hoca sen öyle çağırmasan ben böyle gelmezdim diye..işte o misal muhatabın kalbi çağırmadı mektup yazılamaz...muhabbetler derde deva idi devasız kaldık o ne olcak sevgili Anna...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

yazmak meselesi

hzr-2

hzr-16